24 Haziran 2013 Pazartesi

cyberpunk dere kenarında mangal keyfi

   

   çocukluğumuz, lise yılları, üniversite falan derken arkadaşlarla eskisi gibi bir araya gelemez olduk. eskiden bir araya gelince kahvehanede iki masa adam olurduk, çeşit çeşit muhabbet dönerdi. artık üç dört kişi bir araya gelebilirsek şükrediyoruz. neyse, konu bu değil. geçenlerde böyle ufak bir toplanma durumu oldu, mangalı alıp, dere tepeye kaçıp, yeşilin ve ferahlığın göbeğinde muhabbete koyulduk. kabulbaba köyü'nün çıkışında, eski su değirmenlerinin olduğu dere boyuna konuşlandık. her şey çok güzeldi yalnız bir sıkıntı vardı. dere berraktı ama rengi gri.. dere, yeşilin ortasından cyberpunk çizgi romanların havasında usul usul akıyordu. çevrede gözle görülebilecek hiç bir sıkıntı yok ancak dere, tepelerin ardındaki mermer ocaklarından ağır ağır kaçıyor. 
   
   kıyısında oturduğumuz süre boyunca düşündük, insanın ister istemez gözüne takılıyor "lan bu dere niye böyle!?" diye.. bir, bir buçuk sene önce gazetede yaşadığım ilçenin haberini internette görüp şaşırmıştım, köylü mermer ocaklarının çevreye verdiği zarar için ayaklanmıştı. demek boşuna değilmiş ama dere artık bir tuhaf akıyor.



23 Haziran 2013 Pazar

#gezibaşlangıçolsun!

  
  
                                   


   apayrı kafalar, mustafa kemal'in askerleriyle mustafa keser'in askerleri muhtemelen ilk defa yanyana yürüdüler. karşıyakalılar analarını da alıp feribotla geldiklerinde onları karşılayan göztepelilerdi. "çarşı" bursa'da bayrak açtı mesela... ülkücülerle devrimciler yanyana yürüdüler. yağmadı beraberce ıslatacak yağmur ama emniyet bu duruma müdahale etti. tomalarla ıslandı çoğunluk, herkes sırılsıklam.
 "su çok güzel siz de gelsenize!" 



   







7 Nisan 2013 Pazar

bazen hafta sonları geçmek bilmez

zaman bunlara çare olur bakarsın.. derdim
"zaman geçip gider.. zamanla benim gibi..."





*herşey sermaye için sevgilim, kesmeşeker

22 Mart 2013 Cuma

..baltasız ilahlara




"...tepeden tırnağa iş'siz-güçsüz, amaçsız, inançsız, ütopyasız, rezil-ül rüsva.. 
neden bir baltaya sap olmak çok mühim.. sap ve balta azlığı mı var..
bir iş'e yaramazlığımızın bir yararı var mıdır dünyaya..
baltasız ilah olsak.. dursak öyle bir kenarda, hiç kimseyi rahatsız etmeden, süremizi doldursak.. istatistik bilimine yüzde sayılar olarak katkıda bulunalım diye mi varız..
hep beraber; bana bir aşk masalından şarkılar söyleee.. 
söyle ya da gölge etme başka ihsan istemez..(...)"*



*denemeyenler-met üst















13 Mart 2013 Çarşamba

eskilerden...




 -the wallace collection "daydream"


simon & garfunkel "sound of silence"



the yardbirds "heart full of soul" 

12 Mart 2013 Salı

hayaldir geçer

 
osman hamdi bey kazıda

  
   ömrüm boyunca kazılardan dünyanın en değersiz yada önemsiz buluntularını elde etsem bile bu işi büyük bir hevesle yapardım. aslında kesin konuşmayan hatta kendime olan güven kırıklıkları nedeniyle kesin konuşamayan biriyim ama bu konuda kendimden eminim, öyle olurdu. zamanında biraz daha dik başlı yada kararlı olamadığım için muhtemelen ölene kadar pişman olucam.

 


  pentagram' ın bi şarkısı vardı "metal not dead" öyle aklıma geldi.. lisede pek severdim, bi iron maiden'sız, slayer'sız, moonspell, dark tranquillity, death, pentagramsız falan asla olmazdı. itfaiyenin kullanmadığı boş deponun birinde, çarpma bir davul seti, emanet iki amfiyle mor ve ötesi, duman, teoman, bulutsuzluk falan çalardık şimdi bazı yaptığım şeyler ne kadar tuhaf, saçma da gelse çok eğleniyordum be... meydanlarda konser düzenlemek, arkadaş grubunla şarkılar çalıp söylemek çok güzel zamanlardı. uçarı ama güzel hayaller kurdururdu çalışmalarımız. üniversite bahar konserleri falan derken bi bakmışız nerelerdeyiz. ama heavy metal icra edecek kıvama gelemeden, henüz pop rock döneminin bile başlarındayken bizim grup müzik işleri bitti.
 
  bi de sırt çantasını alıp, gitmek vardı. trenle avrupayı gezip garlarda yatacaktık falan. o da olmadı işte. çok uçarı hayaller değil aslında. e yapanlar da var. sanırım hayallerin değil de hayalperestin sıkıntısı var. iş yok...belki de en başından beri en büyük sıkıntı bu. bununla yüzleşeceğini bilmek var. önünde örnekler var. adım atmaya korkutacak sebepler var. birşeyler var, aslında engel gibi durmasa da beni durdurdu, durduruyor. hayalleri kendi aleminde boğdum, bomboş bekliyorum. belki de sadece görgü ve alışkanlıktan ileri gelen şeyler. içim sıkıldı, nerelere gittim. bu kadar yeter. şu ev günlerim de bir an önce bitse ...


normalde yazıya paralel  "iggy pop passenger" olan şarkı bi anda dönüverdi...

23 Ocak 2013 Çarşamba

beş aylık bir aranın ardından...

  para versem, ne bileyim ne yapsam 5 ayımı bu şekilde geçiremezdim. en azından kısa ve az acılıydı, şükür (tabi Afyon olayını saymazsam). nefes aldıkça bitmeyen sıkıntılı günlere seyahatim devam edecek.





21 Ocak 2013 Pazartesi

silahlara veda!..







sivilde elimde olmadan çok çekici gelen, askerde sırtımda taşımaktan bıktığım '70 model "ak-47" tüfeğimi nihayet bıraktım. bir daha karşılaşmamak üzere...


Ve sonunda bitti. Özgürlük gibisi yok.

15 Aralık 2012 Cumartesi

son ay


  bu aralar güzel geçiyor ama ister istemez anlamadan tuhaf triplere giriyorum.
özlediğim şeyleri saysam uzun sürer ama özgürlüğü özledim. hani bi şekilde kısıtlı da olsa özgürlüğü özledim.
gerçekten yeterli oldu. devletin sağladığı mükemmel imkanlar sayesinde kafamda miğferden kaynaklanan yaralar, ellerimde soğuktan kaynaklanan derin çatlaklar, zorunlu olarak bulunduğum ortamdan kaynaklanan bunalımlar haricinde çok şükür sağsalim son aya geldim.



   gitme vaktim de geldi zaten. bölük komutanı yegane neşemiz, eğlencemiz, sevabımız hatta insanlığımızı unutturmayan birbirinden tatlı 11 yavru köpeği kışla dışına attırdı. elimizde doğmuşlardı desem yalan olmaz.
kendi gitseydi daha hayırlı olurdu.

  bu arada azer bülbül dinlemeye başlamadan buradan kurtulsam sivil hayatım için hayırlı olacak.. ;)
  

45'e selamlar...

gün geçmiyor ki... diye başlayacaktım ki aklıma öğrencilik zamanlarım geldi :) neyse... bol tuhaflı günlerle atmayan şafaklar arasında sıkışıp kaldığım şu günlerde yaptığım genel iş nöbet tutmak. gerçekten çok rahat. gerçi nöbet saatleri düşürüldü, artık 6 ya da 4 saat nöbet var. boş zamanlarda bi rütbeli alıp saçma işler peşinde koşturacak diye kitap okuma odasında saklanırdık ama artık orası da deşifre oldu. geçen bölük firarisi bile kitap önermemi istiyordu. en sonunda kendine uygun bi kitap bulmuş; canan tan "eroinle dans". dün gece yat içtimasından önce "abi hala vurmadı bu, ne zaman vuracak" şeklinde tuhaflı sorular soruyordu.

acemilikten ustalığa geçtiğimiz ilk günlerde 1 numara traşın yasak olduğunu sanıyordum. usta birliğinde usta askerlerin dayatması ve komutan emri vs ile bu şekil kıymışlardı saçlara. o sıralar usta askerlerin yeni gelenlerin moralini bozma, tuhaf üstünlükler kurma gibi düşünceleri vardı. komutanların hiç biri ses çıkarmadı. birkaç gün önce yine saçlarımı kestirmem gerekti, dik saçlı olduğumdan kısa şekilsiz bir uzunlukta kafam diken gibi oluyor.;) ısrarlarım sonucunda er berberi saçlarımı 1 numaraya vurmayı kabul etti. buraya kadar herşey normaldi. akşam içtimasında rütbeli neden saçlarımı böyle kestirdiğimi sordu.saçlarımın uzadığını söyledim, o da bu model saçın isyana girdiğini belirtti. iki ay boyunca saçlarımız böyle kestiklerine rağmen neden kimsenin rahatsız olmadığını sordum. berbere ve bana tutanak yazabileceğini söyleyerek susturdu. nereden baksan tutarsızlık. sinekler küçük ama mideme sancılar sokuyor.



  ......herşeye rağmen son 45 gün:)

18 Kasım 2012 Pazar

61'den sevgilerle ...


bazı insanlar var ki bulundukları yere, yaptıkları işe göre fazla iyimser, iyi niyetli davranışlar sergilerler. yaptığı işle uyumsuz olan bu davranışlardan ne çıkarabiliriz? örneğin askerliğin zorunlu olduğu ülkemizde komutan erlerine " buraya gönüllü geldiniz, dünyanın bir iki ülkesi hariç hiç bir ülkede böyle birşey yok" diyebiliyor, yani saçmalığın o da farkında. gönüllü olan falan da yok. sonra eğitimdi güzel sözlerdi ama biz niye her gün sırtımızda dolu tüfekle deli gibi dolanıyoruz? niye kıçımız donarken kulelere çıkmak yasak? niye kulede sigara içen, oturan diskoya gidiyor? e hani gönüllüydük, disko niye var? :) muhabbete gelince hiçbir şeyimiz eksik değil hatta "hangi karargahta er tuvaletinde klozet var" falan gibi muhabbetler dönüyor. ben kenardan gülüyorum içimden.



bunlar olurken her yerde bong işlevi gören su petleri, cigara kağıtları falan var.



herşeye rağmen son 60 gün falan. artık sadece sabır değil neredeyse tesbih çekmeye (sallamaya) bile başladım yavaştan. ayrıca hayatımda hiç bu kadar kalabalık azer bülbül fanı topluluğu görmemiştim. 

21 Ekim 2012 Pazar

88'den devam






8 kuleye tırmanması yorucu oluyor.
helmetten dolayı kafamın şekli değişim aşamasında.
gece gözlerim yarı açık, karanlıktan yarı kör gidiyorum yoluma.
yoldaşım kafa dengi değilse iki saat zor geçiyor.
biraz da paranoyak oluyor insan.


 nöbete yardırırken karargahın bir kaç sakin köpeği
peşimize takılır, kurt beni hiç bırakmaz sağolsun. iki saat kulede sabırla bekleyip ben koğuşa girene kadar peşimi bırakmaz.


 necati çok gamsız olmasına rağmen şafağı çok olan sevdiğim nadir arkadaşlardan biri. boynunu parçalatmış ama hala mutlu. kurt kadar sadık, vefakar olmasa da severiz birbirimizi.

buralar sıkıntı bebeğim



 3 hafta sonra tadımlık da olsa yarı özgürüm, buna şükür.

 televizyonlarda savaş goygoyculuğu yapıyorlar, ne acı...
saçma sapan savaş çığırtkanlığına istemeyerek de olsa bir parça katkım oluyor galiba. bunun farkında olmak, bilmek vatan borcunu ödeyen bir vatan evladı için kaçınılmazmış (öyle diyorlar).
vatanın aptal evlatları olarak kamyon kamyon bombaları goygoycuların ağızlarından çıkan laflarla sevkiyat ediyoruz. çok canım sıkılıyor.
keşke bu kadar eğik başlı, korkak olmasaydım ama yapabilecek bir şeyler aklıma gelmiyor.


 neyse ya eğlenceli bi şeylerden bahsedeyim en azından belki kurtarır
"bir asker mektubundan alıntı"
... beni merak etme iyiyim. buralar sıkıntı bebeğim. daha çok var ama yakında gelicem. unutma, seni bir serçenin gözyaşı kadar çok seviyorum ama bilir misin serçeler ağladığında ölürler....

  işte eğlencemiz de ele geçirilen kaçak mektuplar falan oluyor, n'apalım :)






23 Eylül 2012 Pazar

afyonkarahisar

   bana kısmen de olsa saçma gelen işler peşinden koşturmaya devam ediyorum.
bu süre içerisinde böyle düşünen arkadaşlarımdan diyarı terkedenler de oldu. tolga'ya şanslısın demiştim çünkü vazifesi yakın bir yere çıkmıştı. o da seviniyordu. tuhaf bir şekilde olmadık şeylere sevinir olmuştuk. kabul edilir saydığımız bir yer diye düşünüyorduk. aslında her yer kabul edilebilir. zorunlu durumlar neticesinde zorunlu ölüm beklenmedik şekilde geldi. bulunduğum yerdeki yetkililer suçu size atıyor. sen takma ama. hoşçakal...



20 Mayıs 2012 Pazar

16 Nisan 2012 Pazartesi

tuhaf zihniyetlerden sana sığınırım köpeköldüren!


     Tez danışmanım sevgili hocam diyor ki, şarabın köpek öldürenden çok ayrı bir şey olduğunu sunumunda anlatmalısın filan falomanje.. Ödevi verirken sormadı bile köpeköldüren harici bişeyler içtin mi ömründe diye.. şarabın hikayesi, efsanesi, muhabbeti falan güzel ödev, tam benlik demiştim ama hoca durur mu?.. yok ağızın neresinde hangi tat alınır, bardağı nasıl olmalıdır... bir de anlatmamı istiyor bu bünyeyle. toplum karşısında yüzüm en kırmızı alicante'li şaraplardan bile kırmızı olan bana diyor.. bi ataol yada güzel marmara olmadan rahat nasıl anlatırım bilmem, bi de annemin duaları da yardımcı olabilir bi ihtimal..

   Sonunda kurtuluyorum tezinden de, ödevinden de.. kötü kedi şerroyu kullanamazsam şu ödevde çok pis içimde kalacak ama...







14 Nisan 2012 Cumartesi

66.SONE





---------------------------------------------------------------------------------------------------------------


* umarım konuştuğumuz gibi akışına bırakabiliriz. Vazgeçtim bu dünyadan senin için çalsın..

10 Nisan 2012 Salı

yanlış anlamalar üzerine

   Stalker... mananın esnekliğinden mi yoksa anlayış eksikliğimden mi bilmem ama sanırım ben bu filmi biraz yanlış anlamışım..

...binbir zorluklarla çok uzaklarda aransa da umut yakında, hatta içeride. birey umudun ta kendisi olduğunu anlaması için uzun arayışlara girer, birilerinin onaması için koşturup durur. filmde bu durum ağır ağır işlenmiş (bence). fakat bu değilmiş.. bana göre sonu sana bırakılmış kitap gibi bi film.

   Türkçe olarak film hakkında bir tarama yaptım. Film hakkında yorumlar genellikle yaratanı arama, ilahi düzen, Tanrı'nın tartışılmaz varlığı üzerine. Tarkovski'nin "Stalker" la ilgili röportajlarından da anlaşılıyor ki filmin bu konuya dem vurduğu açık. bi şeyler arayanlar için -renklerin kullanımı, sahneler, kullanılan imgeler-etkilememesi pek mümkün olmayan bi film.


hangi kafayla yazdığımı düşünüp sileceğim güne kadar umarım "solyaris" i de bir daha izlerim...


2 Nisan 2012 Pazartesi

şiddetli geçen dost meclisinin ardından


tabi hiç mi iyi bişeyler yok?.. var. bi elin parmaklarını anca bulan, 3-4 senenin ardından kardeş kıvamına gelen arkadaşlar... tabi bu bi junkie kardeşliği falan değil (: ...